monstera delicosa arkadaşımızı 80'lerde evlerimizin yeşil konukları olarak biliyoruz. Babannemizin, ananemizin salonunun baş konukları kendileri.
Hiç unutmam salonun bir köşesinden monstera diger köşesinden kavuçuk sarmıştı duvarı ortalarında ise bir çok kitabın bulunduğu ahşap bir kitaplik.
O salonda çiçek sulamayı ögrendik, o salonda dinledik en güzel hikayeleri. Bir gün dev Monstera'nin bir kökünün yanındaki saksıya ulaştığını gördüm, çok hoşuma gitti bu durum. Ne güzel monstera yanında ki kardeş bitkisine sarılıyor diye düşünmüştüm hatta. Durumu çok sonra anladım:)
Bizim deve tabanı bitkimiz meğerse tam bir canavarmış, ismi de ingilizce canavar kelimesinden geliyormuş meğerse. Bunu yandaki bitkiden monstera gövdesi çıkınca anladım. Diğer saksıdan çıkarmak istedim ama durum çok geçti saksıyı kontrol altına almış ve iyice köklenmişti. O günden beri mesafeliydim bu bitkiye. taa ki bir gün tedarikçi gezisinde kızım kapının kenarında duran minik bir deve tabanını kucağına alıp babacığım bu benim olsun mu diyene kadar. O an eski günlerim geldi
gözümün önüne ve birden kendimi ananemin salonunda hissettim. Yaşamış oldukların, unuttukların en sevecen bir şekilde karşına hiç ummadığın bir anda böyle çıkabiliyor.
Monstera, yani deve tabani bitkisi çok sevilir efendim, en bas köşe çiçeğidir ve altında filtre kahve ile beraber kitap okunur.
Yaprakları nemli bir bezle silinir ve haftada bir büyüklüğüne orantılı bir şekilde su verilir.
Güneş ışığı direk yapraklarına değerse onu yakar. Altın Güneş ışınlarının değdiği yerin minimum 1 metre ötesinde olmak ise ona mutluluk verir.
Burayı wikipedia dan bulabileceğiniz yazılarla doldurmak istemedim. Umarim beğenmişsinizdir. Ayrıca buraya kadar bizimle olduğunuz için çam sakızı çoban armağanı
bir indirim bırakalım buraya. Sipariş sayfasındaki promosyon kodu alanına küçük harfler ile yazilariokuyorum yazmanız halinde yüzde onbeş indirim kazanacaksınız.
Çiçek dolu günler efemm.